Yabancı dil olarak Fransızca okuyan oğlumun “semestre’de gider miyiz baba?” sorusu ve güzel eşimin yıllardır istediğini bildiğim için; Nisan ayının ilk haftasında Fransa’ya gitmeye karar verdik. İçimde baba olmanın vermiş olduğu sorumlulukla biraz endişe ve sinekten yağ çıkarma telaşında olmakla beraber bu kadar güzel bir seyahat geçireceğimizi de ummamıştım doğrusu.
Paris ve Fransa hakkında o kadar çok google araması yapmışım ki, hangi web sitesini açsam veya spam klasörüme baksam; muhakkak birkaç Fransa temalı reklamı görmeye başladım. Tabi bu hazırlık aşaması işin en yorucu ama eğlenceli kısmı idi. Hoş, hemen herkesin yaptığı benzer planlar; bizim de Paris’e ayak bastığımız andan itibaren uygulanamayan birer talep olarak kaldı. Kimisini gerçekleştirdik ama yine de zaman yetmedi.
Qatar Airway’in kısa bir uçuşu ile Muscat’tan Doha’ya sorunsuz ulaştık. Bendeniz her zaman ki cevval ve duruma hakim olma hallerimden biraz uzak ama yine de temkinli; anonsları dinlemekle meşguldüm. Sonra saat farkını düşünemeden bir anda panikleyerek uçağı kaçıracağımız zannı ile koşturmaya başladık. Kapıya ulaştığımızda daha “boarding – uçağa alma işlemi başlamadı” uyarısı ile rahatladım. Tabi görevlinin “lütfen sıraya giriniz” demesi üzerine baktığım yönde müthiş bir hayal kırıklığına uğradım. Sıranın sonu görünmüyordu. Biraz itiş kakış sonrası anladık ki, bizim bulunduğumuz kapıdan 3 uçuş varmış ve yolcuların tamamı bizimle gelmeyecekmiş. Tabi bu gariban tesellisi uçağa binince hemen yitip gitti.
Tamamı dolu uçağımızda yanıma denk gelen Hintli ailenin aile reisi; horlamanın yanı sıra zıplama refleksi ile 7 saat 50 dakikalık gece uçuşunu bana 2 film ve bir dolu uygulama seyrederek geçirmemi ve ertesi sabah gördüğünü anlayaman bir zombi moduna girmemi sağladı.
Anlaşıldığı üzere uykusuz geçen toplam 26-27 saatin sonunda indiğimiz Charles De Gaul (Fransızlar Şarl Dö Gol diye okuyorlar) havaalanında bu sefer bizi farklı bir süpriz bekliyordu. Küçücük bir varış terminali (ki sonradan öğrendiğime göre bu sadece bir bölümmüş) mahşer yeri gibiydi. Üstelik sıranın neresi olduğuda belli değil. Saatlerimiz sabahın 08:00’i sularını gösterirken bendeniz uykusuzluk, yılgınlık ve sıranın asla gelmeyeceği karamsarlığı ile bakınırken, önümden geçen Amerika’lı bir ailenin kendi aralarındaki konuşması ile kendime geldim.
- O sıra EU vatandaşları için. Biz “diğer ülke olduğumuz için sağ koridordan geçeceğiz”. dedi aile reisi.
Ehhh biz kapısında beklesekte, daha AB vatandaşı olamadığımız için bu işin tek bir nimeti olan boş ve hızlı pasaport kontrol noktasına yıldırım hızı ile daldık. Cem Yılmaz’ın “what pörpos of visit” gibi olası sorularına sonuna kadar hazırlıklı idim ki; pasaport polisi yüzüme bile bakmadan “bon jour” diyerek aldığı pasaportu, yine yüzüme bile bakmadan kaşeleyip geri verdi.
Türk pasaportunun her kapıyı açtığı eski devirleri (tamam o zaman pasaport yoktu ama görevlilere mektup verilirdi, “bu kişiye iyi davranın, isteğini yapın” gibilerinden) hatıralayarak; bizi havaalanının klimalı ortamından çıkarıp, Paris’in nemsiz, bol ağaçlı ve çiçek kokulu parklarına götürecek trenimizi aramaya koyulduk.
Çok kısa bir “bu işaret ne ola ki” bakışından sonra sanki kırk yıldır oradan tren bileti alıyor ve yolculuk yapıyormuşsasına işleri hallettik. Trene kurulduk ve yola çıktık. Tren dediğim banliyö trenlerinin biraz daha lüksü. Ama yataklı tren değil. Koltuklar kumaş, insanlar sessiz. Genelde tek duyulan ses makinistin veya her ne ise onun istasyon anonsları. O andan başlayarak ayrılacağımız güne kadar aramızda bir sonraki istasyonu nasıl telaffuz edecek tahmin oyunu ile vakit geçirdik metroda, trende. Genel olarak hiçbirini tutturamadık.
Paris’ten ilk Selfie’miz
Bir müddet gittikten sonra, günlerce üzerinde çalıştığımız için nerede ise bütün istasyonlarını bildiğimiz Paris tren sisteminden indir ve metro ağına geçtik. Bu değişimi “Gar du Nord” yani Kuzey Garı’nda yaptık. Oradan metroya binip, öncelikle Paris’te müzeleri, metroyu ve bazı aktiviteleri bize ücretsiz yaptıracak olan “Paris Pass” kartlarımızı almaya gittik.
Burada bir parantez açıp Paris Pass’ı anlatmak lazım. Paris Pass, içinde bir müze kartı, bir metro kartı (zone 1,2,3 için) ve bir adet aktivite kartı olarak set halinde veriliyor. İsterseniz tek tek alınabilir. Bizim ilk Paris seyahatimiz olduğu için biz üçünü de aldık. Paris Pass 2, 4 günlük alınabiliyor ancak aktif olduktan sonra kullanılması gerekiyor. Yani 4 günlük bir kart; örneğin 1.2.3. ve 5. günler şeklinde kullanılamıyor. Biz gezi panlarımızı buna göre yaptığımız için son iki gün sıkıntı yaşamadık.
Kartlarımızı aldık, ev sahibimizin tarifini kendi metro çalışmalarımız ile geliştirip evin yakınlarındaki bir metro istasyonundan Paris’in temiz havasına çıktık. Yürüye yürüye evi bulduk.
Devamı daha sonra……